Serin bir ilkbahar akşamıydı. Arkadaşım İnci
ve ben evimizin bahçesinde ateşin başında
oturmuş, sakin bir şekilde yemek yiyorduk.
Gökyüzü koyu bir maviye bürünmüş, yıldızlar
birer birer belirmeye başlamıştı. Tam o sırada,
sanki gök kubbe yarılmış gibiydi. Uğultu ile
karışık bir ses duyuldu. İkimiz de aynı anda
başımızı kaldırdık ve gökyüzünde alışılmadık
bir şekilde açıklı koyulu, mavili beyazlı ışıklar
dalgalanıyordu. Işıklar, bulutların arasından bir
perde gibi süzülüp genişliyordu. Sonra bir
anda küçülüyordu. Tüm bu hareket sanki,
gökyüzünü canlı bir organizma gibi,
nefes alıp veriyormuş izlenimi yaratıyordu.
Ben ve İnci birbirimize baktık. Gözlerimizde
aynı korku ve aynı sezgi vardı. Ama gitmemiz
gerektiğini biliyorduk. Tek bir kelime etmeden
ayağa kalktık. Evlerimize girip aceleyle elbise,
yiyecekler ve çantalar hazırladıladık.
Çadırlarımızı da yanlarımıza aldıktan sonra
hiç konuşmadan, adeta içgüdüsel bir şekilde,
hızla evimizden ayrıldık. Orman yoluna doğru
yürürken gece derinleşiyor, gökyüzündeki ışık
dalgaları her geçen dakika daha da büyüyordu
Ben adımlarını hızlandırırken alçak bir sesle:
“İnci… bir şey oluyor.”
Birden ormanın içinden titreşimli bir uğultu
yükseldi. Ve toprak hafif sarsıldı. Benim
sözlerime İnci o an karşılık vermedi. Sadece
başını sallayarak onayladı. Ama bazı şeylerin
değişeceğini benim gibi hissediyordu.
Gökyüzündeki o ışıklar bizi bir yere çağırıyor
gibiydi… O sırada ağaçların arasında aniden
beliren göz alıcı ışık sütunu, gökyüzüne doğru
yükseldi.
İnci bana dönüp yüzüme baktığında: "Zuhal
yüzün bembeyaz oldu"
Ben ise fısıltıyla: “O da neydi?!” diye sordum.
İnci gözlerini o ışık sütunundan ayırmadan
cevap verdi: "Galiba … nereye gitmemiz
gerektiğini gösteriyor bana öyle geldi.”
İkimiz de aynı anda, düşünmeden o yöne
doğru hızlanmaya başlamıştık. Maceramız
başlıyordu. Ve bizi bekleyen şey, sadece bir
yolculuk değildi. Zamanın kendisine açılacak
bir kapıydı. İnci’ nin dudaklarında hafif bir
gülümseme belirdi ve derin bir nefes alarak.
İnci: “Maceramız başlıyor, Zuhal…”
Koşarken benim kafamda dönüp duran
soruları tutamadım. Ben korkuyla karışık
sorular sormaya başladım.
Zuhal: “İnci, sence bu ışıklar ne anlama
geliyor? Yoksa bir tehlikenin habercisi mi? O
ışık sütuna gitmek doğrumu? Ya tuzaksa?
İçimde de garip bir huzursuzluk var…”
Ben nefes nefese kalmıştım. İnci gülümsedi.
“Zuhal... hatırlıyor musun senin boynunda ki
kolyeyi?”
Ben, cam içinde hem kum saatine benzeyen,
hemde iki koyu mavi kanatlarıyla, üzerinde
beyaz çizgileriyle kelebeği andıran kolyeye
dokundum. “Evet… ama ne alakası var?”
İnci ciddiyetle: “O kolye… zamanı kontrol
edenlerin kolyesi. Küçükken bize anlatılan
efsaneyi hatırlıyor musun?O sadece bir masal
değildi. Bu ışıklar, kolyeyle bağlantılı olabilir.”
Kaşlarımı kaldırarak şaşkınlıkla baktım. “Ben
onların uydurulmuş masal olduğunu
sanıyordum.Gerçek olduğu aklıma gelmezdi.”
İnci derin bir nefes alıp“Zuhal artık vakit geldi.
Belki de bu yolculuk çok fazla şeyi
değiştirecek”
Ben İnci’nin sözleri üzerine bir an durakladım.
Kalbi hızla