Bölüm 1 (Gökçeağaç Kasabası)
Aslında her son, yeni bir başlangıç değil midir? Yüreğinde duygular çiçek açıyorsa, orada daima bahar vardır…
MAYDA
Mevsimlerden bahardı. Baharın başlangıcı, dünyanın yeniden uyanışı gibi benim de yeni hayatımın başlangıcı olacaktı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte erkenden yola çıkmıştım; güneş henüz doğmamıştı bile. Yolum uzundu, içimde tuhaf bir heyecan vardı ama aynı zamanda buruk bir yanım da vardı. Eksik kalmış yanlarımı tamamlayacak, hayatımı yeniden inşa edecektim. Yönümü bulacağıma dair içimde bir umut yeşermişti.
Hayatım boyunca hep küçük işaretlere inanırdım. Başkalarının belki hiç fark etmeyeceği, yalnızca benim görebildiğim detaylarda gizlenmiş işaretlerdi bunlar. Fakat yol boyunca hiç işarete denk gelmedim. Şehre yaklaşık yüz kilometre kalmıştı ama yorgunluktan bitkin düşmüştüm. İlk kez tek başıma bu kadar uzun bir yolu kat ediyordum. Ailemin Gökçeağaçda denize nazır, çok büyük olmayan, taştan yapılmış küçük bir kır evi vardı. Planım oraya yerleşmekti.
Boşandıktan sonra bana kalan her şeyi satmış, elde ettiğim tüm birikimimi toplayarak buraya gelmeye karar vermiştim. Bu kararı almak hiç de kolay olmamıştı. Kardeşlerimin desteğini ve onayını aldıktan sonra artık önümde hiçbir engel kalmamıştı. İstanbul’un keşmekeşinden, metropol hayatından kaçtığımı söylüyordum herkese; fakat aslında kaçtığım kendi içimde yaşadığım kaostu. Bana zorla dayatılan, hayatımı karmaşıklaştıran kaos…
Ama artık düşünmeyecektim bunları, hepsi geçmişte kalmıştı. İstanbul’dan çıkar çıkmaz kendi kendime söz vermiştim; bundan sonra sadece önüme bakacaktım. Genel olarak sözünü tutan biri olduğumdan, bunu da başaracağıma inanıyordum. Aslında zor biri değildim ama yaşadığım olaylar yüzünden dışarıdan soğuk biri gibi görünüyordum. Bu soğukluk benim koruyucu kalkanım olmuştu. Oysa sıcak, samimi, sevecen ve dürüst biriydim, hâlâ da öyleyim.
Annemin söyledikleri kulağımda çınlıyordu sürekli; ‘İnsan yaşadıklarıyla yoğrulur kızım. Değişirsin, alışırsın ama bu değişim senin özünü asla yok etmez. Ne yaşarsan yaşa, özünü terk etme. Yönünü kaybedersen tekrar aramaktan asla vazgeçme. Vazgeçersen özünü de kaybedersin.’ Ne kadar haklı olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordum. Onunla yaptığım sohbetleri özlüyordum. Her onu düşündüğümde yüzümde oluşan tebessüm, annemin hep benimle olduğunu hatırlatıyor ve içimi rahatlatıyordu.
Daldığım düşüncelerden sıyrılarak, tabelaya baktım. Yol ayrımına yalnızca 20 kilometre kalmıştı. Bir an önce varmak, yerleşmek istiyordum. Karnım acıkmıştı, yol için aldığım atıştırmalıklar da tükenmişti. Yan koltuktaki su şişesine uzanmak isterken, aniden arabanın sarsılmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Panik içinde direksiyona sıkıca sarılarak aracı zar zor kontrol altına aldım ve güçlükle sağa çekerek durdum. Derin bir nefes aldım, kalbim hızla çarpıyordu. Ufak çaplı bir kalp krizi geçiriyor olabilirdim. Çok korkmuştum. Normalde dokuz saatte alınan yolu on bir saate çıkarmıştım. Sık sık verdiğim molalar ve hız yapmayı